Bugun...
Reklam
Reklam
VAN GOGH SARISI


Nursel ÖNEN Bir Tutam Sanat
 
 

VAN GOGH SARISI

Elbette Vincent Van Gogh’un beni en çok etkileyen resmi ile başlamak istedim. Bu, bahara bir ‘merhaba’ olsun. Ayçiçekleri (Sunflowers)…
Bu günlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz güneşin sıcaklığını bize olanca gücüyle hissettiren sarının ve huzuru, güveni, orman görüntüsünü zihnimizde canlandıran yeşilin hakim olduğu agresif resim! Evet! Yanlış duymadınız! Agresif bir resim gerçekten.

Bu güne kadar bir çok sanatçı tarafından “Ayçiçekleri” resmedildi fakat hiçbir resimde Ayçiçeklerinin, güneşin kavrulmuş sıcağına, vazo içerisinde de direnen dikenli tırnaklarını bu kadar hakim görmemişsinizdir.

Ayçiçekleri, Hollandalı Ressam Vincent Van Gogh’un natürmort serisindendir. 1887 yılında Fransa’da yaptığı ilk seride Van Gogh; çiçekleri yerde yatmış şekilde resmeder. Bir yıl sonra ise Arles’de yaptığı ikinci seri de bir buket halinde vazoda resmeder.

Eminim Van Gogh; resmettiği bu çiçeklerin bir gün dünya çapında en popüler eser ve dünya sanat tarihinin bir müzayede de satılan en yüksek bedelli tablosu olacağını tahmin dahi etmemiştir.

Aslında Van Gogh’un Ayçiçekleri ‘Sunflowers’ birbirinin kopyası ve birbirinden farklı 11 resmin oluşturduğu iki seri eserin genel adıdır.

Paris’de 1887 yılında yaptığı ilk seri 4 adet resimden oluşur. Bu seride genellikle olgunlaşmamış kesik ayçiçekleri bir yüzey üzerinde resmedilmiştir.

Vazodaki ayçiçekleri olan ikinci seri ise; 3, 5, 12 veya 15 çiçekten oluşan farklı resimler ve kopyalarıdır. Bu seri toplam 7 adet eseri kapsıyor.

Dünya çapında kendinden söz ettiren ve resimlerde sarı rengin ağırlıkta kullanılmasıyla sanatçıya “Van Gogh Sarısı” etiketini kazandıran bu ikinci seridir.

Yaşamı, resimleriyle örtüşen nadir sanatçılardandır Van Gogh. Öyle ki sarı hâkimiyetinde yaptığı bu resimleri, Arles kasabasında kendine tuttuğu sarı bir evin iki odalı dairesindeki stüdyosunda gerçekleştirir. Van Gogh’un saplantılı bir biçimde bu kadar çok ayçiçeği tablosu üretmiş olmasının birden çok sebebi vardır.

Van Gogh, Fransız ressam olan Paul Gauguin hayranıdır. En büyük hayali de; bu evi tutmasında etken olan, Paul Gauguin’le stüdyosunu paylaşabilmektir.  Bu sebeple çeşitli yollara başvurarak Gauguin’le temasa geçer ve sonunda Gauguin’in onu ziyaret etmesini sağlar. Gauguin’in geleceğini öğrenen Van Gogh, sanatçının kalacağı odayı süslemek ve onu etkilemek amacı ile birkaç resim yapar.

Gauguin; Van Gogh’un ilk serisinden ikisini çok beğenip satın alır. Bunun üzerine Van Gogh, Gauguin’i etkilemek için ikinci bir seri ayçiçeklerini yapmayı kafasına koyar.  

Çeşitli boylarda ayçiçeklerini vazoya yerleştirdiği bu ikinci seriden bir kompozisyon tasarlar ve kısa sürede çok sayıda kopyalarını üretir.

Ayçiçekleri ile Gauguin’i etkileyen Van Gogh’un hayalleri, Gauguin’in yanına yerleşmesiyle gerçekleşir. Fakat ne yazık ki kısa süre sonra aralarında gerilimli bir ilişki başlar ve Gauguin onu terk eder.

Hassas bir ruhsal yapıya sahip olan Van Gogh, bu terk ediliş sonrasında bir sinir krizi geçirir ve önce kulağını keser sonra da bir sanatoryuma kaldırılır.

İlk amacı Gauguin’in beğenisini kazanmak olarak üretimine başlayan Van Gogh, ayçiçeklerini zamanla kendi sembolü haline getirmiş ve onları tıpkı Monet’nin nilüferleri sahiplendiği gibi sahiplenmiştir.

Van Gogh için sarı renk; mutluluktur. Bu yüzden eserlerinde çoğunlukla sarı renk hâkimdir.

Ayçiçekleri Van Gogh için resimde alegorik olarak hakikati ve ışığı yani Tanrıyı takip etmeyi simgeler.

Ressam sarı zemin üstüne chrome sarısıyla, usta fırça darbeleriyle, yer yer üç boyutlu gibi his veren dokularla, yeşil, sarı kurumaya yüz tutmuş birçok şekillerde olan ayçiçeklerini aynı vazoda resmeder.

Van Gogh’un ayçiçeklerinde güneşin yoğun ışığından bir sarhoşluk, bitkin düşmüşlük, serkeşlik sezilir. Canlılıklarını yitirmek üzere, solmaya yüz tutmuş çiçekler vardır. Bir ölme eyleminin gerçekleşmesi gibi. Yani Van Gogh’un resimlerinde doğumdan ölüme tüm süreci ayçiçeklerinde hissedebilirsiniz. Güneşi, ışığı takip ederek onun şeklini alan ve bitkin düşen âşık bir ayçiçeği. Tıpkı 37 yıl gibi kısacık bir ömür yaşamış Van Gogh’un kendisi gibi.

30 yaşına kadar rahiplik yapan Van Gogh, bir fahişeye âşık olduğu için mesleğinden atılmıştır. Daha önce eline hiç fırça almamış, ender dahi sanatçılardandır. Küçücük, mütevazı dünyasında tüm rahatsızlıklarına rağmen işler çıkarmayı başaran bir sanatçı. Van Gogh epilepsi hastasıydı ve sanat onun için bir anlamda bu hastalıktan kurtulabilmenin belki de bir yoluydu. Ölünceye kadar da resim yapmayı hiç bırakmadı.

Resim kariyeri 1880’den sonra başlamıştır. Ve sadece ömrünün son on yılı boyunca 900 suluboya/yağlıboya resmi ve 1100 karakalem çalışma üretmiştir.  Sanatçıyı Van Gogh yapan ise ölmeden önce son iki yılda yaptığı resimlerdir. Fakat şu bir gerçektir ki; kardeşi Theo’nun maddi ve manevi desteği olmasa Van Gogh; bu derece dahi ayakta duramayabilirdi. 1872’den itibaren Van Gogh’tan Theo’ya belgelenen 600’den fazla mektup vardır. Bu mektupların içeriği ve sayısı Theo’nun, Van Gogh’un hayatında ne denli önemli bir yer kapladığına en büyük kanıt olmuştur. Yine de yaşamındaki tüm bu şanslara rağmen Van Gogh 27 Temmuz 1890 yılında her zaman yaptığı gibi tekrar malzemelerini alarak resim yapmak için gittiği tarlada kendisini tabancayla göğsünden vurur. En son tarlada yaptığı “Buğday Tarlası ve Kargalar” resmi ile hayata veda etmiş olur.

“Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer.”

(V. Van Gogh, ölmeden önce yatağında yatarken)

 

Nursel ÖNEN


 



Bu yazı 3205 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
YUKARI