Bugun...
Reklam
Reklam
Gelin Hz. Mevlâna’yı Birlikte Analım!


Bilal EYÜPOĞLU Konuk Yazar
 
 

             Gelin Hz. Mevlâna’yı Birlikte Analım

            17 Aralık 2017 tarihinde, Türk ve İslam dünyasının, insanlık âleminin yetiştirdiği çağlara sığmayan evrensel bir mana kutbumuzun, Hz. Mevlâna’nın 744. ölüm yıldönümü (ŞebiArus) kutlayacağız. Bu nedenle, geçtiğimiz hafta sonu önceki başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu hemşehrimin de konuşmacı olduğu İzmirli Konyalılar Buluşması toplantısında yaptığım yankı bulan Hz. Mevlâna sunumunu sizlerle de paylaşarak bu mürşidi bir kere daha anmak istiyorum.

            İnsanlığı 7,5 yüzyıldan beri birlik ve kardeşliğe, sevgi ve hoşgörüye çağıran bu büyük mana mürşid ve meşalesi, sevgi çağlayanı, hoşgörü abidesi, gönüller sultanı ve büyük Hak dostu, Hz. Mevlâna, hala yalnız bizim kültür gök kubbemizde değil, bütün dünyanın ufkunda atan yeri gibi ışık saçmaktadır.

            Pekineden Hz. Mevlâna, günümüzde dahi dünya ansiklopedilerini süsleyen büyük bir sima ve şahsiyettir? Niçin kendisi hakkında başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde yayınlanan kitaplar milyon adet satabilmektedir? Neden dünyanın önemli merkezlerinde semahaneler, mevlevihaneler açılmakta, ney müziğinden esinlenen sufi (mistik) müzik dünyada artan bir rağbet görmektedir? UNESCO tarafından niçin doğumunun 800. yıldönümü olan 2007 yılı “Dünya Mevlâna Yılı”olarak ilan edilip kutlanmıştır? Neden Mevlâna Müzesi ve Türbesi, hala her yıl yerli yabancı milyonlarca insan tarafından ziyaret edilmektedir? Ve niçin bu büyük insan hazret sıfatı ile anılmaktadır?

            Şu var ki bu sorulara cevap vermeden önce, bu büyük mana kutbunun özgeçmişini (hayat hikâyesini) özetlemek çok yerinde olacaktır.

            Hz. Mevlâna, günümüzden 810 yıl önce 30 Eylül 1207 günü, bugün Afganistan’ın Horasan bölgesi içinde yer alan ve o zaman bir Türk devleti olan Harzemşahlar Devleti’nin başkenti bulunan Belh’te dünyaya gelmiştir. Asıl adı, Muhammed Celaleddin’dir.Babası, “Bilgeler Sultanı” olarak bilinen Bahaddin Veled, annesi bir Harzemşahlılar prensesi olan Ematullah Sultan’dır.

            Baba Bilginler Sultanı Bahaddin Veled, 1220’li yıllarda ailesiyle birlikte, Uluğ Sultan ünvanlı Alaaddin Keykubad döneminde altın çağını yaşayan Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına göç etmiş, Karaman’dan sonra, bu sultanın çağrısıyla 1229 yılında başkent Konya’ya gelip yerleşmiştir.

            Başkent Konya’ya delikanlılık çağında yerleşen Muhammed Celaleddin, devrinin bir kültür ve sanat, ticaret ve saltanat şehri olan Konya’da ömrünün yaklaşık son yarım yüzyılını geçirmiştir. Karaman’da evlendiği eşinin ölümü üzerine Konya’da ikinci defa evlenmiş ve bu evliliklerinden biri kız dört çocuğu dünyaya gelmiştir. Eğitimini Konya’da, üst eğitimini de Şam ve Halep’te tamamlayan Mevlâna,  Konya camilerinde dillere destan vaazlar vermiş, Konya medreselerinde hocalık yapmış, dergahında on binleri bulan mürit yetiştirmiş, 5 kitabını bu şehirde kaleme almıştır. Kısa zamanda manevi ve fikri etkisi ve ünü o kadar artmıştır ki, “efendimiz” anlamına gelen “mevlâna” mahlası ile anılmaya başlanmış ve bütün dünyada yaygın olarak kullanılan Rum diyarlı (Anadolulu) anlamında “Rumi” mahlasını almıştır. Saygınlığın doruğuna eriştiği dönemde artık onun adı Mevlâna Celaleddin Rumi olacaktır.

            Çağının büyük müçtehid ve mürşidi olan Hz. Mevlâna, 17 Aralık 1273 günü Mevlevi deyişiyle “Hakka yürümüş”, kendi deyişiyle “ŞebiArus” (düğün gecesi) mutluluğuna erişerek yüce sevgili bildiği Mevlâ’sına kavuşarak vuslata erişmiş vebugünkü Mevlâna Türbesi’nde Yeşil Kubbe (Kubbe-i Hadra) altında görkemli sandukası içinde toprağa verilmiştir.

            Belirtmek isterim ki, kültürümüze büyük katkılar yapmış olan büyük mürşid ve bilge Hz. Mevlâna, 5. Osmanlı padişahı olan Çelebi Mehmet’ten itibaren Osmanlı padişahlarının büyük dedesi olmuştur. Şöyle ki; Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’den torunu olan Mutahhara Hatunun torunlarından Germiyanoğulları Beyi Süleyman Şah’ın kızı Devlet Hatun, 1381 tarihinde Yıldırım Bayezid ile evlenmiş ve bu evliliklerinden Çelebi Mehmet (ki Mevlâna soyundan gelenlere Çelebi denmektedir.) dünyaya gelmiştir. Daha sonra yükseliş dönemi Osmanlı padişahlarının, Mevlâna Türbesi’ni bir külliyeye dönüştürdükleri ve Mevlevilik tarikatını destekledikleri bilinmektedir.

            Şimdi de gelelimHz. Mevlâna’nın ruhani ve fikri düşünce ve görüşlerine; bunların etki ve yankılarına ve baştaki soruların cevaplarına: Başlıca özelliklerini başlıklar halinde şöyle sıralamak anlamayı kolaylaştıracaktır.

            Hz. Mevlâna, her şeyden önce büyük bir din bilgini, akait âlimidir.

            Hz. Mevlâna, büyük bir medrese hocası, müderristir.

            Hz. Mevlâna, devrinde ünü İslam âlemini tutmuş olan büyük bir vaiz ve hatiptir.

            Hz. Mevlâna, bir tasavvuf kutbu ve şairidir. Bugün, bütün dünyaca tasavvuf edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük şairinin Hz. Mevlâna olduğu kabul edilmektedir.

            Hz. Mevlâna, bir tarikat piridir.Ölümünden sonra kurulan Mevlevilik tarikatının manevi piri olmuştur. Saray çevreleri dâhil üst kesimler arasında ilgi ve bağlılık kazanan Mevlevilik tarikatı üç kıtayı yayılmış; bir gönül ocağı, din ve irfan okulu işleri görmüş,20. yüzyılda kapatılıncaya kadar manevi hayatımıza ve kültür–sanat dünyamıza iz bırakan değerli katkılar yapmıştır.

            Hz. Mevlâna, bir istiğrak mürşididir. Zikir, niyaz ve dua alanında çığır açarak, Hakk’a daha yakın olabilmek için bir tür ruhani meditasyon olan semaya başvurmuş olan Hz. Mevlâna, gece gündüz demedenyaptığı sema ayinini musiki ve şiirle desteklemiştir. Ömrünü adadığı Hak dostu olma aşkı uğrunda mana yolculuğu yaparken, semaya kalkarak kendisinden geçip vecd, huşu ve cezbe içinde istiğraka gark olmuş, ruhen arınıp yücelerek derece derece mana mertebelerini aşıp bir zûhd ve takva ehli olarak, ekbel mertebesine, arşı alaya, fenafillaha erişerek, Hakka daha yakın olmak, Hak dostu bir eren, ermiş, veli olabilmek için istiğraka girmiştir. Ölümünden sonra sıkı kurallara bağlanmış olan sema ayininin amacı, dua yoluyla Hakka yönelip, diriliş, biliş, görünüş ve eriş aşamalarını geçerek Hakka daha yakın olabilmektir.

            Hz. Mevlâna,bir mana kutbu, mana meşalesidir. Bu büyük mürşid ve mana rehberinin altı ciltlik Mesnevi adlı dev eseri, ayetleri ve hadisleri de şerh etmesi nedeniyle “Magzi Kur’an” (Kur’an’ın İçyüzü) unvanını almış, asırlarca İslam dünyasında Kur’an ve Sünnet kitaplarından sonra en çok okunan kitap olabilmiş camilerin son cemaat yerinde tıpkı mevlüthanlarınMevlüt okumaları gibi mesnevihanlar da Mesnevi kıraat etmişlerdir.

            Büyük mürşidin bugün dünyaca kabul edilen en önde gelen ruhani ve fikri yönü, hem insan sevgisi hem de Allah sevgisi (ilahi aşk) konularında kurucu, öncü olmasıdır. İnsanlık, hümanizmi (insansevgisini) ancak 18. yüzyılda keşfedebilmişken, o, yaratılanların en şereflisi saydığı insanı, Yaradan’dan ötürü yüzyıllar önce aziz bilmiş, insanı ve kardeşliği yüceltmiştir. Bunun yanında ilahi aşkı (Allah sevgisini) baş tacı eden Hz. Mevlâna, erişilmez şiirleri ile Allah sevgisini bir öğreti derecesine eriştirmiştir. Bugün mistik dünyada öne çıkmasında, korkuya değil de sevgiye dayanan Allah sevgisi görüşüile farklılıklar karşısında ayrım gözetmeyen insan sevgisi görüşü ve bu konuları dile getiren erişilmez şiirleri etkili olmaktadır.

            Hz. Mevlâna, bir gönüller sultanıdır. Ünlü “Baza, baza, her an çihestibaze!” yani “Gel, gel, nasılsan öyle gel, yine gel!” şiiri ile dile getirdiği üzere, bütün insanları ayrımsız olarak hidayete davet etmiş, herkesi iyi kul, iyi insan olmaya çağırmış; gönüllerde iyilik ve umut kapıları açmış, insanları kusurları ile sevebilmiştir.

            Hz. Mevlânaaynı zamanda büyük bir Hakk dostudur. Ebedi saadet, sonsuz huzur ve ilahi rahmete erişmek için ömrünü Allah’ın lütuf, rıza ve sevgisini kazanmaya adayan büyük mana kutbu, aynı zamanda büyük bir Hak dostudur. Bir yandan müminleri ve bütün insanlığı hidayete çağırırken, bir yandan da Hakk’a daha yakın olup bir Hak dostu olabilmek için ömrünü vakfetmiştir. Mevlâna Müzesi girişinde “Hak dost ya Hz. Mevlâna” yazması bu yüzdendir.

            Büyük Hak dostu, bir şiirinde, “Men bende-i Kur’anem” yani “Ben Kur’an’ın kölesiyim” demiş ve devamında da, “Men hak-i rehi Muhammed-i Muhtarem” yani “Ben seçilmişlerin seçilmişi Muhammed’in ayak toprağının tozuyum” diye haykırmıştır. Büyük Hak dostunun başka bir şiirinde ise, “Yarabbi ellerimi göğe uzatıyorum, göğe erişmiyor/ Ben de secdeye kapanıp yeri öpüyorum” diye yakardığı görülür.

            Mana ufkumuzda bir yıldız gibi ışıldayan, insanlık âleminin yetiştirdiği bu müstesna insanı, yaklaşan 744. vuslat (ŞebiArus) gününden önce,bir kere daha rahmetle anıyor, kendisine Türk ve İslam dünyasına, insanlık âlemine yaptığı ruhani ve fikri hizmetlerden dolayı şükranlarımı sunuyorum.

            Avukat Bilal EYÜBOĞLU



Bu yazı 6982 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
YUKARI