Bugun...
Reklam
Reklam
GÖSTERİ TOPLUMU ve MEGA KENTLER


Aydın Mutlu Dinçoğul
 
 

GİRİŞ:

Hiyerarşik barbarlık, sahte "uygarlık gelişiminde" dinsel ve kozmolojik kodlara dayanan Antik kentlerden, ortaçağ kentlerine ve oradan da kaotik gelişen sanayi kentlerine ve ardından devasa mega kentlere ulaşmış durumdadır. Her zaman iktidarlaşmanın güç merkezleri olan ve bilgiyi, serveti, hayalleri denetleyen kentler; emeğin uzmanlaşması ve toplumsal görevlerde karşılıklı bağımlılıkların artması sonucunda, üretimde farklı işlevlerin ayrışmasıyla tarih sahnesine çıkmışlardır. Takas ekonomisine dayalı küçük köy yerleşkelerinden kentlere geçiş,  kentlerin ticaret ve zanaat üretimine dayalı bir toplumsallaşmanın merkezleri haline gelmesi sayesinde mümkün olmuştur.

Kentleşme evrimi asla doğal bir seyir değildir ve öncelikle doğal ibadetlerin, sıkı bir denetim ve otorite altına alınarak, ruhban sınıfların kontrolünde tapınak eksenli merkezlerde yürütülmesi amacıyla kurulmuş kentler oluşmuş ve daha sonra zorba hükümdarların dayatmasıyla bu kentler ele geçirilmiş ya da yıkılıp yeni yerlerde yenileri kurulmuştur. Akabinde üretilen bütün sanat, kültür, ticaret ve zanaat bu kentlerde vergilendirilerek kontrol altına alınmış ve hiyerarşik devletleşmeye hizmet eder bir statüye dönüştürülmüştür. İslam uygarlığı da İstanbul, İzmir, Sinop vb. gibi birçok Greek/Roma kentini devralmış ve aynı zamanda Endülüs, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’da yeni kentler kurmuştur. Bu şehirlerin refahı, merkezi otoritenin gücünün bir ifadesi olarak görülmüştür.

Ortaçağ'da kıtalar ve denizler arası ticareti geliştiren tüccarlar, orta bir sınıftan, egemen bir sınıfa yükselebilmek için, kilise ile iktidar savaşı başlatmışlar ve Avrupa’da bazı kentlerde politik ve idari özerklik oluşturmuşlardır. Ortaçağ'da lonca sisteminin geleneksel kontrollü lisansı dışında kalan bu kentler, hızla sanayi kentlerine dönüştürülmüş ve ulus devletlerin endüstriyel kapitalizmi, emeğin muazzam sömürüsüyle bu kentlerden doğmuştur. Geleneksel toplumu çökerten sanayi kentlerindeki eşitsiz gelişim, sınıfsal uçurumları çok belirgin hale getirmiş ve kent arazileri de statülere göre değerlenen rant araçlarına dönüştürülmüştür.  

Sanayi kentleri; hiyerarşik düşünen merkezi devlet aklının azami büyütülmesi olduğu kadar, ahlaki ve vicdani olarak da toplumsal zihinde bir kişilik yarılmasını ve hayata yabancılaşmanın had safhaya yükseltilmesini ifade eder. Geleneksel toplumdaki dayanışma ve paylaşım ağının zayıflatılması ve toplumun zayıflatılmış olan sosyal bağlarının kopmasıyla, toplumun birbirine yabancılaştırılması ve toplumun, topluluk ve katmanlara bölünmesi, merkezi idarenin yönetimini oldukça kolaylaştırır. Hem iç çatışmalara zemin yaratan, hem de bu çatışmaları yatıştırır gözükerek meşruiyet ve mecburiyet algısı yaratan, merkezi hiyerarşik devlet; kentlerdeki otoritesini ayrıştırılarak, üretilen her toplumsal çatışma ile kendini daha da güçlendirir.

Yüksek teknolojiye dayalı gösteri toplumunda; insanın yıkıcı, vahşi, barbar güçleri; serbest bırakılarak, korkunun çok daha kontrollü üretimine geçilmiş ve insanları, vurdumduymaz, edilgen ve sinik hale getiren güdüler şaha kaldırılmıştır. Gösteri toplumunda, kültürel kuşatma altına alınan yığınlar; diziler, yarışlar, eğlenceler ve medya afyonuyla, sanal bir mutluluk içinde sessiz tutulabilmektedir. İnsanların kendi özerkliklerini yitirdikleri ve bireysel karar verme erklerini, gönüllü olarak devrettikleri toplumlar, aslında sahte cennet toplumu olan gösteri toplumlarıdır. Günümüzün gösteri toplumunu oluşturan kentlerdeki vahşet ve ikiyüzlülük, aldatmaca ve korku, ilk çağlarda kurulan antik kentlerden çok daha sistemli, denetimli ve hassas bir kontrole dayanmaktadır. Emeğin en azgın sömürüsü ve ucuzlatılması bu kentlerde yaygındır. Dışarıdan çok düzenli ve bakımlı gözüken bu kentlerin, aslında hırs ve korkunun doruğundaki mafyatik mengenelerle sıkıştırıldığı açıktır.

Mega kentlerdeki ayrışmanın ve kutuplaşmanın vahşiliği, hayatta kalma mücadelesinin acımasız kurallarını yaratır. Bu kurallar; birbirinin gözünü çıkarma, birinin sırtına binme, başkasının ürettiği değerleri çalma ve kullanma gibi, insanı baştan ahlaksız ve vicdansız kılan, yani insanlığından çıkaran kurallardır. İnsan kişiliğinin zorba hiyerarşiye uyum sağlaması için yarılması, kendini inkâr etmesi ve insanlığa yabancılaşması süreci, mega kentlerde had safhadadır. Bu kentlerin sanat ve kültürün gelişiminde ve insanın tarihsel bağlarından kurtulup özgür ve özgün bireyler haline gelebilmesinde, uygun bir zemin hazırladığı, sadece bir safsata ve masaldır. Yeryüzünün eko-sistemini boydan boya parçalayan mega kentlerde, zihinsel her adım, özgür gözükür ama aslında çok daha sıkı bir denetim ve yönlendirme altındadır.

Bu kentlerin ortak yaşam alanları oldukça gösterişli olsa da şehrin çeperlerindeki farklı yaşamların; ortaklaşan, adaletli bir yaşam ağına açılması her zaman sınırlıdır. Evsiz ve bakıma muhtaç insanlar ve etnik mahallelerde kimsesiz ve işsiz kalanlar, mega kentin çılgın rekabetinde, travmatik yıkımlara ve nevrotik darbelere maruz kalırlar ve onlar, dışlanan marjinaller olarak, var olma yarışına eşit koşullarda başlayamazlar.

Bu anlamda mega kentlerdeki toplumsallaşma, vicdani özgürlük dairesinde yaşamak isteyen dürüst ve erdemli insanların, alaya alınarak aptal sayıldığı ve en baştan yüzsüzce yenik ilan edildiği, vahşi ve barbar toplumsallaşmalardır. Mega kentlerde insanlar, kendileri olamazlar, egemen popüler kitle kültürüne boyun eğmek durumundadırlar. Bir yandan kendi kültürünü yaşayıp bir yandan egemen popüler kitle kültürünü yaşamak ve yaşatmak zorunda bırakılması, insanlarda kişilik yarılmasına neden olmaktadır. Mega kentler, bu anlamda kozmopolit olma iddiasıyla, melez kültürleri savunur gözükse de her zaman merkezde müthiş bir azametle duran hiyerarşik-otoriter kültürü yaşatmaya ve korumaya devam etmektedir.



Bu yazı 2362 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
YUKARI