Bugun...
Reklam
Reklam
SON İKİ CUMHURBAŞKANI BULUŞTU AMA…


Aydın Mutlu Dinçoğul
 
 

7 Haziran, Erdoğan için yokuşun sonu ve GÜL için de yeni bir çıkışın dönüm noktası oldu. Uzun yıllar "Birlikte yürüdük biz bu yollarda" diyen ikilinin, birçok noktada uzlaştığı ancak Erdoğan'ın sert, otoriter, tekçi çıkışlarına, GÜL'ün uzlaşmacı, yumuşak bir üslupla karşı çıkmaya başlaması, ikilinin yollarının ayrılacağını gösteriyordu.

GÜL'ün yıllarca başdanışmanlığını yürüten Ahmet Sever'in yeni biyografi kitabı, yakın politik tarihi izleyenleri ve duyarlı kamuoyunu, sanki konuyu tartıştırmaya çağırmak için yazılmış bir metin. Siyasal ve toplumsal olayların örgüsünü ve kurgusunu GÜL'ün bakışını da aktararak betimleyen metinde, Âbdullah GÜL'ün Erdoğan'dan ayrıştığı noktalar açık bir şekilde belli oluyor.

Ülkeyi kutuplaştırmaktan hızla uzaklaşılması gerektiğini düşünen GÜL, demokratikleşme adımlarının 2010'da yavaşlamasından ve giderek durmasından rahatsız olduğunu ifade ediyor ve Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında oluşan sürekli çekişme ve itilaflardan kaynaklanan çift başlılığa çözüm olarak, "Herkes kendi yetkilerini anayasal sınırlar içinde tuttuğu takdirde, herhangi bir sorun kalmayacaktır." görüşünü beyan ediyor.

Demokrasinin hukukunun ne kadar hassas olduğu herkesin malumudur. Kantarın topuzu bir tarafı kayırmaya başladığı anda, yolsuzluk ve başıbozukluk alır başını gider. HUKUKSUZLUĞUN HUKUKU'nu inşa eden otoriter rejimlerin temelinde keyfiyetçilik, kayırmacılık ve ayrımcılık had safhaya çıkar.

Güzelim ülkemizde gerçekten istikrar isteyen güçler, yolsuzluk dosyalarının yargıya taşınmasını, bütün partilerdeki çürük yumurtaların ayıklanmasını ve bu safraların atılması akabinde, ülke siyasetinin temiz bir soluk alarak yoluna devam etmesini, can-ı gönülden arzu etmektedir. Abdullah GÜL'ün de bu görüşleri benimsediği, son çıkan biyografi kitabından anlaşılmaktadır.

Tabi ülkenin politik arenasında şah ve vezir olan bu ikilinin, her konuda ortaklaştıkları uzun bir süreç vardır ve ikilinin ayrışmadan önce, birbirlerini koruyup kollayan sıkı fıkı bir ilişki içinde oldukları aşikârdır. GÜL'ün, Erdoğan hükümetinin hazırladığı 836 yasadan sadece 4'ünü reddettiği biliniyor. Yine 17/25 Aralık operasyonlarının atlatılması için hazırlanan "Kurtarma yasaları" jet hızıyla meclisten geçirilmiş ve GÜL tarafından onaylanmıştı. Tam burada, Martin Luther Kıng'in "Zaman gelir, sessizlik ihanet olur" sözü akıllara geliyor. Buradan Otoriter gidişe 'Dur' diyen ve keskin dişleri törpülenmiş bir AKP ile Avrupa Birliği yoluna devam edecek bir Türkiye planlayan küresel güçler, Abdullah GÜL'e yeşil ışığı yakmış gözüküyor. Ahmet Sever'in övGÜLerle ve bir o kadar da GÜL'ün pişmanlıklarıyla dolu metninin inandırıcılığı, daha çok su kaldıracak gibi gözüküyor.

***

CHP'nin "restorasyon sürecinde" eski kurtlar devreye giriyor ve Baykal kanalıyla CHP'den destek arayan Erdoğan, GÜL''ün bu restorasyonda aktif rol almasından rahatsızlık duyacağını hissettiriyor. Ülkenin demokratikleşmesinde açılacak yeni sayfalarda, verdikleri oyların karşılığında hüsrana uğramak istemeyen kitlelerin tepkileri, mutlaka yükselerek sahneye çıkacaktır. Çünkü gerçekten demokrasi isteyen kitleler, demokrasinin sadece dört senede bir sandığa gidip oy vermekle sınırlı olmadığını gayet iyi bilmektedirler. Ve onlar, demokratik hakları kazanmanın tek yolunun, demokratik siyaset kanallarını sonuna kadar açmak olduğunu ve bunun için gerekirse bedel ödemek zorunda olduklarını son 30 yıllık demokratik mücadele sürecinde kanıtlamışlardır. Kendileri hakkında alınan kararları sorgulamakta ve siyasetin öznesi değil bizzat nesnesi olmanın kanallarını açmaya çalışmaktadırlar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL, TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in Meclis'teki makam odasında bir araya geldiler.

Sanırım "dost acı söyler" atasözünü birbirlerine hatırlatmışlardır. Sever'in kitabından, GÜL'ün gidip gelen açıklamalarına kadar birçok konuda enine boyuna konuştukları kesindir ama konuştukları konuda tek kelime etmemeleri noktasında birbirlerine yasak getirdiklerinden emin olabilirsiniz.

Bizce bu görüşme "Hele bi hizaya gel." görüşmesidir. Ya da "Birlikte saf tutacaz mı? Tutacaksak, o zaman nasıl saf tutacaz, bu konuda aramızda iyice anlaşalım." görüşmesidir.

"Dokunan Yanar ikilisi"nin neler konuştukları hakkındaki ayrıntılar, tıpkı Dolmabahçe konuşmaları gibi çok sonra açığa çıkacaktır. İkili arasında geçmişten gelen ideolojik, kültürel bir bağlaşıklık olduğu kesindir ancak bu bağlaşıklıkta ağır basan tarafın her zaman Erdoğan olması ciddi bir rahatsızlık üretmektedir. Ancak GÜL'ün Erdoğan'dan sadece üslup ve tarz farkı vardır. İstişare ederek konuları çözmekten yanadır. Erdoğan ise kararlarını tartıştırmak bile istememektedir. İkilinin bu tarzlarındaki farklılaşma, onları daha ne kadar bir arada tutabilir? Bu ülkede bunu merak etmeyen ve olasılık hesabı yapmayan insan sanırım yoktur.

Eğer GÜL, bu suskunluğunu daha da ağırlaştırması bağlamında bir telkini Erdoğan'dan almışsa, sonuç ülkemiz için pek hayırlı olmaz. Ancak GÜL, bu suskunluğunu bozma ve her şeyi göze alıp ipleri koparma ve yeni bir oluşuma gitme kararı alırsa, o zaman ekonomik fırtınalar içinde batmaktan zor kurtulacak bir ülkenin kaptanlığını yapmakta bayağı zorlanacaktır. Çünkü bir liderin inandırıcılığı, gelecekte yapacaklarına göre değil, geçmişte ve şimdi yaptıklarına göre değerlendirilir.

GÜL ve Erdoğan'ın, geçmişten gelen kardeşlik ilişkilerinin, kamuoyunda muazzam şekilde tartışılır olmasından ve bu kardeşliğin zedelenmiş olmasından rahatsızlık duydukları kesindir. Her ikisi de bu rahatsızlığı, bir dezavantajdan avantaja yani üstünlüğe nasıl dönüştürebiliriz gayreti içindedir. Kamuoyunda GÜL'ün Erdoğan'ın yerini alabileceği hesaplarını yapanlar, er geç beyhude bir çabanın içinde olduklarını anlayacaklardır. GÜL, hem Başbakanlık hem de Cumhurbaşkanlığı döneminde, Erdoğan'ın liderlik çapına ulaşamamıştır veya tarzı buna yatkın değildir. Sonuçta her devrim ya da parti, kendi çocuklarını yiyebilmektedir. Burada Özal’sız bir ANAP, Demirel’siz bir DYP'nin nasıl çuvallayıp tükendiği de bir uyarı olarak hatırlanabilir.

Türkiye toplumu, geçmişten derin yaralar/darbeler alarak gelmiş ve bu yaraları hala saramamış, travmatik bir toplumdur. Erdoğan, bu travmaları tartıştırmakta ama aşamamaktadır. Ülkenin bu travmalardan çıkışını sağlayacak sağlam bir lidere ihtiyaç duyduğu kesindir.



Bu yazı 2486 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
YUKARI