Bugun...
Reklam
Reklam
Sahte Seçimler ve Devletçi Partiler Kıskacından Tek Çıkış


Aydın Mutlu Dinçoğul
 
 

Sahte Seçimler ve Devletçi Partiler Kıskacından Tek Çıkış

İnsanlar, yalnızlık korkularını aşmak için aidiyet isteği duyarlar. İnsanların, farklılıklar arasında seçim yapmaları ve kendilerini yeryüzünün herhangi bir bölümünde işledikleri bir toprağa ve kendi geliştirdikleri bir kültüre ait hissetmeleri, tarihsel derinliği olan ve her yeni gelişmeyle, bir parça ve sürekli değişen bir yapılanıştır.
İnsanların muhayyilesinde, seçimlerini güdümleyen partilerin ve seçim sistemlerinin, modernist anlamda tarih sahnesine çıkışı, taş çatlasın 300 yıllık bir geçmişe sahiptir ama işlevlerinin, geniş kitlelerin politik iradeleşmesine yansıması ve yayılması son yüzyıl içindedir. İnsanların politik karar mekanizmalarına daha bilinçli bir özgürlük içinde katılmaları, çok sert geçen mücadeleler sonucunda gelişmiştir.
 Bugün hala insanlığın büyük çoğunluğu, kendi geleceği hakkındaki kararları, başka güçlere devretmek zorundadır. Bu rıza mekanizmaları, kurnazca sınırlanıp denetlenen sahte seçimlerle yürürlüktedir. Seçim sistemleri ve partilerin yapılanışı, zorta ve iknaya dayalı hiyerarşik yapının güçlenmesi ama “özgür toplumun” sahte ilerleyişi veya mevcudu koruması noktasında derin ve köklü, yapısal ve işlevsel bir sorundur. Devletin ve toplumun karşı karşıya geldiği ve çatıştığı bu alan, her zaman devlet ekseninde yapılanan parti ve seçim sistemlerinin zaferiyle sonuçlanmaktadır. Sonuçta insanlığın son 300 yıllık “Seçme Özgürlüğü” tarihi, acı yanılgılar ve derin aldatıların tarihidir.
 Yazılı tarihten önce doğal toplum döneminde, ortak iyilik ve ortak çıkar temelinde bütün toplum birlikte hareket ederken, yazılı ve zora dayalı devletli tarihin başlamasıyla, kamusal-ortak çıkar ikinci plana atılmış ve kendini, toplumun üstünde gören bir kesimin, toplum adına belirlediği “iyilikler” ön plana çıkarılmıştır. Oluşturulan rıza ve zor mekanizmalarının ilk halkasında, seçme ve seçilme özgürlüğü palavrası vardır.
Ülkemizdeki siyasal partilerin de taş çatlasın 100 yıllık tarihi bir geçmişi vardır. İslamcı, marksist ve liberal damardan gelen bu partiler, ne kadar farklı gözükseler de Batı modernizminin kendi iç dinamikleriyle şekillendirdiği partilere göre, çok daha omurgasız ve köksüzdürler. Büyük çoğunluğu, merkeziyetçi, otoriter bir yapılanma içindedir. Hemen hepsi yukarıdan aşağıya, buyurgan, piramit-devletçi yapıya öykünen bir tarzı benimsemişlerdir. Programlarında kâğıt üstünde yazılan eşitliğin aksine, serveti, mülkü, statüsü ve geniş bir soy ağacı olanların öncelikle seçilebildiği, kalıplaşmış ve önceden belirlenen sıkı bir denetim içindeki bir sisteme bağımlı kılınmışlardır.
Günümüzdeki Anglo-Saxon gösteri demokrasileri, iktidar oyununu iki partili bir tahtaevaralli gibi sürdürebilmektedir. Avrupa’nın küçük ülkelerinde birbirinden pek farklı olmayan partilerin koalisyon kurdukları da görülür. Ancak küresel kapitalist sistemin tamamı, zor ve ikna aygıtlarının istikrarlı işletilmesi noktasında, son tahlilde her zaman birbirlerini kollarlar. Herhangi birinde bu gösteri çarkının kırılması, diğerleri içinde büyük bir tehlike oluşturur.
Onlar, 3. Dünya ülkelerindeki siyasal partilerin köklü bir gelenek oluşturmalarına ise sürekli engel olurlar. Örneğin Arap coğrafyasında 1920’lerde başlayan İhvan-ı Müslümin/Müslüman kardeşler yapılanması ve Filistin Özgürlük hareketinin birliği, onlar için hep bir tehdit olarak algılanmış ve çarpıtılıp, yozlaştırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca sorunlarını kendi iç dinamikleriyle özgürce çözmek için birleşmek isteyen her halk hareketine, dışarıdan veya içerideki işbirlikçileriyle müdahale edip, parçalamadıkları pek görülmemiştir. Hatta oluşturulan birçok siyasal partinin mayasının karılması noktasında dahi, çoğu zaman müdahil olmuşlar ya da sonradan bu süreçleri denetim altına almaya azami çaba sarf etmişlerdir. Bu nedenle 3. Dünya ülkeleri tarihi, darbeler ve diktatörlükler tarihidir.
Peki, kesin reçete nedir? Toplumsal sorunların çözümünün, çok kavşaklı bir yola çıkma olasılığı malumdur. Bazı yolların çıkmaz olduğunun, insanlığın çoğunluğu tarafından kavranılamaması da malumdur. Hal böyleyken, çözüm  olasılıklarının en doğru bileşkesini öngörmenin zorluğu nasıl aşılabilir?
Bu konuda, en sıradan insanın bile anlayabileceği bir şekilde kabaca bir eleme yapılabilir ve olasılıklar en aza indirilebilir. Çözüme ekonomi-politikten başlamak elzemdir. Can alıcı nokta, küçük bir azınlığın tekelinde yürüyen büyük çaplı üretimin, sürekli olarak orta ve küçük üretimi yok etmesinin engellenmesi ve yeniden, insanların kendilerine yeterli küçük ve orta ölçekli üretime geçmeleri noktasında, paylaşım ve dayanışma ağının her yandan örülmesidir. Tek elde toplanan büyük çaplı üretimin, insanlar arasında ayrıcalık ve üstünlük yaratması  engellendiği oranda, insanlarda kibir ve muhtaçlık yok edilecektir. İhtiyaçlar hiyerarşisi içinde, doğal yaşam ve doğal ekonomi öncelikli olarak geliştirilmeli ve ekonomik sistem, sektörler arasındaki bağımlılığı, tıpkı eko-sistemdeki gibi yeterli düzeye indirmelidir. Konforlu ve rahat yaşam standardı, yavaş yavaş ve eşitlik temelinde adım adım yayılmalı ama mutlaka belli bir düzeyde tutulmalıdır. Sözde statü sağlayan, aşırı lüks yaşamdan kaçınma ahlakı korunmalı ve gelirler arasındaki astronomik uçurum acilen kapatılmalıdır. Mevcut partilerin programları incelendiğinde, bu nesnel ve acil çözüme en yakın olan ve yapılanmasında, farklılıkları bir zenginlik olarak bağrında toplayan, mazlumlardan yana en açık tavrı alan bir partinin desteklenmesi gerektiği malumdur.

 



Bu yazı 2139 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
YUKARI